Renklere ruh veren ressam: Gülten İmamoğlu
Hem çok güzel ve alımlı bir kadın, hem ressam, hem de akademisyen… Bütün bunların yanında da, dördü birincilik olmak üzere dünya çapında tam 7 ödül sahibi. Yaptığı tablolar başta ABD olmak üzere dünyanın birçok yerinden büyük talep görüyor. Uluslararası sergilere çağrılıyor, galerilerden teklif alıyor. Çağdaş Türk resim sanatının önde gelen ressamlarından ve uluslararası platformdaki temsilcilerinden Prof Dr. Gülten İmamoğlu, 30 yıllık kariyerinin son 5 yılındaki üslubunu “Organik Metastrata” dönemi olarak tanımlıyor.
Dünya sanatının önemli galerilerinde sergiler açan İmamoğlu’nun iki eseri Las Vegas South Nevada Fine Art Museum’un daimi koleksiyonunda yer alıyor. Bir eseri de Almanya Haggen Musseum’da sergilenmekte. Sanatsal ve akademik başarılarından ötürü Amerikan Biyografi Center tarafından “2011 Yılın Kadını” ödülünü alan İmamoğlu, uluslararası alanda çok sayıda onursal ödüle sahip. Eserleri, ünlü moda tasarımcısı Juan Carlos’a ilham erdi ve Carlos İmamoğlu’nun eserlerinden yola çıkarak özel bir koleksiyon da hazırladı. Gülten İmamoğlu Türkiye’de yaşıyor ama sık sık yurt dışında sergilere davet ediliyor.
Röportaj: Figen Onur
Ressamlık dışında bir eğitimci kimliğiniz var, bunu yanında yaşamda birçok rolü üstleniyorsunuz. Yaşamdaki bu rolleriniz ile resimleriniz arasında nasıl bir paralellik var?
Bir insanın yaratıcı durumda olabilmesi için günlük bilincinden ayrılıp kendi öz benliğinde olması gerekir. Bu da toplumsal rollerden sıyrılmayı gerektirir. Toplumsal olarak hepimizin ister istemez pek çok rolü vardır. Önemli olan dengeyi kurabilmektir. Resim yapmak benim için gerçek ben’i yaşama alanı oluşu açısından çok önemli. Her rolün beni ayrı bir boyutta beslediğine inanıyorum. Hem eğitimci hem de bir sanatçı olarak üstlendiğim roller gereği toplumu çok farklı bakış açılarından yaşayıp, özümseyip sanatımda yansıtabilmenin şans olduğuna inanıyorum.
Çalışmalarınızda yaşamı sorguluyorsunuz. Bunu renklerle anlatmayı tercih etme nedeninizin hep merak ettim. Neden?
Biz millet olarak rengi çok seviyoruz. Belki özünde bu yatıyor olabilir. Yine de bu kadar genelleyip kolaya kaçmak istemem. Renk cesarettir aslında. Özünde farklılıkları ve zıtlıkları değerli bulup oldukları gibi kabul ederek saygı duymak yatar.
Rengin içine ne kadar çok başka renkler katarsanız o kadar başkalaşır ve özünü kaybeder. Her insan içinde enerji dalgaları taşır. Kimi fısıltı gibidir, kimi çığlık… Kiminde ahenk vardır kimindeyse kaos. Öz olarak karşıt renkleri dengeli bir biçimde birbirleriyle barışık olarak bir arada tutmayı seviyorum resimlerimde.
Kullandığınız renkler sizin için ne anlam ifade ediyor?
Rengin dilini iyi bilirseniz duygularınızı da o oranda daha doğru yansıtabilirsiniz. Gerçi renk dili sübjektiftir ve içgüdüsel olarak gelişir. Sizin için kırmızı aşkı, benim için acıyı ifade edebilir. Kişiden kişiye ya da ülkeden ülkeye değişiklikler gösterebilir. Ama yine de evrensel ortaklıklar var.
Benim için, yeşil sonsuz huzuru, turuncu coşkuyu, mavi derinliğin gizemini, mor hüznü anlatır. Beyaz ise tanımlanamayanı, bilinemeyeni… Ölüm gibi, söylenmemiş sözler gibi… Sanırım bu kadar ipucu yeterli.
Eserlerinizin içindeki hikayeleri anlatırken renklerle adete dans ediyorsunuz. Resim yaparken nasıl keşifler yaşıyorsunuz?
Üretmek, gerçek ben olduğum özgürlük alanım. Kimseyle paylaşamadığım en derin duyguların, özlem ve kaygıların dışa vurulduğu mahrem zaman. En sıradan algılanan gerçeklikler sanatçının belleğinde sıra dışı etkiler yaratıp başka biçimlere dönüşür. Ürettiğim eserler pek çok sanatçıya göre daha gizemli kalabilir. İfade dili özneldir, ama hepimizin boyun eğmek zorunda olduğu zaman olgusunu ve varoluş realitemizi farklı bağlamlarda irdelemekteyim. Kimi zaman bir Sümer Yaradılış destanı bazen de bir Yunan tanrıçası üzerinden söylüyorum mesajlarımı.
“Organik Metastrata” sergimde “Sümer Yaradılış Destanı, Enuma Eliş” de yer alan Tanrıları kendi özgün tekniğimde yeniden resmederek onlara zamanda yolculuk yaptırdım ve zamanı tersine çevirdim. Kullandığım boya tekniğiyle, boyanın katıdan en sıvıya kadar hallerini kullanarak, beyaz tuval alanı üzerinde, zamanın durdurulamazlığı karşısında boyanın akışkanlığını kontrol altına alıp katmanlaştırarak zamana karşı güç elde etme, dondurma içgüdüsü yatmaktadır. Bu üslupla ürettiğim eserlerime “Organik Metastrata” adını verdim. Zamanı durdurma, kontrol altına alma ya da tersine çevirme… Gizli figüratif yapıda heykelsi formlara dönüşen biçimler katmanlaşarak kimlik bulmakta. Son sergimde de Hermoafrodisia adıyla Organik Metastrata serisinin sıra dışı örneklerini bulabilirsiniz.
Resimlerinizde belli çıkış noktalarınız var mı?
Evet. Elbette hepimiz yaratıcı ve yapıcı güçlerimizin olanaklarını, özgün ve nesnel bir yapıt olarak ortaya koymaya çalışıyoruz. Her sanatçının kendi metafizik dünyası vardır. Bu dünyayı sürekli besler, geliştirir ve zaman zaman da eserleri ile görünür kılar. Beni en çok etkileyen şey metafizik ve gerçeklik karşısında insanoğlunun tavrı olmuştur. Doğum-yaşam-ölüm gerçekliğini ve bu transformatif süreçte, tin’in mücadelesini metafizik boyutta, soyut dışavurumcu biçimde sorgulamaktayım. Sanat görünenin değil düşünülenin yansıtılmasıdır. Eserde altyapı ne kadar kuvvetli olursa biçim de kendini o kadar etkin gösterir. Doğum yeni bir başlangıçtır. İçinde bilinmezle birlikte bir huzur barındırır. Sonlu bir sürecin ilk adımıdır. Yaşam mecburiyettir. Ölüm ise kaçınılmaz sondur. Birçok kişi sorgulamaya çekinirken ben ölümü çok erken kabullendiğimi biliyorum. Sanatsal üretim serüveni içinde kendi yenimizi, kendi özgün dilimizle yaratmayı sağlayacak deneme ve araştırmalar yapmak mecburiyetindeyiz.
Sanat çevrelerince çok iyi tanınan bir sanatçısınız. Peki siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?
İnsanın kendini tanımlaması çok zordur aslında ama en doğru analizi yine insan kendi yapabilir. En öz biçimde; sürekli kendini yenileyen, geliştiren, kendiyle yarışan, mesleğine aşık, aynı zamanda akademisyen kimliği ile vizyonu evrensel eğitimciler yetiştirmeye gayret eden kökleri Anadolu’ya ait bir sanatçıyım diyebilirim. Sanatım ile özde varoluşu insan ve doğa ekseninde sorgulayan bir sanatçıyım.
Türk ressamları son yıllarda dünya çapında daha fazla tanınır oldu. Bunun en iyi örneği sizsiniz. Hem dünya çapında tanınıyorsunuz hem de ödülleriniz var…
Yurt dışından aldığım tepkiler ve eserlerime gösterilen ilgi aldığım ödüller memnuniyet verici ama bu çok uzun soluklu bir süreç. Çok emek ve çaba var altında. Hep daha iyisini başarma azmi, heyecanı ve çabası var. Herhangi bir kurum ya da devlet desteği beklemeden tamamen günün olanakları ve şartlarıyla var gücünle üretmek, ürettiğin eserleri yurtdışı uluslararası fuarlarda önce ülken adına sonra sanatın adına sunmak… Sanatımda dünya ölçeğinde üretmek ve kabul görmek, çizgi yakalamak adına çabam uzun bir süre devam etti. Bıkmadan usanmadan. Eserlerim enteresan koleksiyonlara ulaştı ve çok değerli ödüller kazandı.
Donald Trump dokuz eserimin basım çoğaltım hakkını aldı mesela. Ya da 2011 de “American Biyografi Center” beni yılın kadını ödülüne layık gördü. Londra’da aldığım dünya birinciliği 95 ülke arasından 5 binden fazla sanatçı arasından fark edilerek geldi ve daha pek çok birincilik… Bu ödüller benim gittiğim yolun doğruluğunun onayı niteliğindeydi. Yapılacak daha çok şey var, ben bu gücü beynim ve bileğimde görüyorum. Amerika’da çalıştığım galeriler sanat piyasasında benim adıma eserlerimin gereken değeri bulması konusunda temsilini ve gereğini yapıyor. Benim üzerime düşen de sanatımla ülkemi her platformda temsil edebilmek için daha iyisini üretmek.
Akademisyen kimliğinizin sanatçı kimliğinize ne gibi yansımaları olduğunu düşünüyorsunuz?
Aslında akademisyenlik ve sanatçı olmak çok farklı iki noktayı temsil ediyor. Akademisyenlik sanatı bir bilim olarak ele aldığı için kendi sanatımızı üretirken donandığınız bilgi ışığında dışarıdan bakan bir göz gibi sürekli kendinizi ve etrafınızda yapılanları irdeleme cesaretiniz, belki de şansınız oluyor. Sanatçı kimliğim her zaman akademisyen kimliğimin üstünde durmuştur. Çünkü gerçekten kendim olabildiğim, özgür kalabildiğim alan sanatımdır.
Yeni planlarınız ve gelecekle ilgili projeleriniz nelerdir?
Dünyanın en önemli müzelerinde bile kadın sanatçılara ait eser oranı yüzde beşi aşamıyor hala… Öncelikle bu müzelerde eserlerimin olmasını çok arzu ediyorum, Türkiye’ de de kendi adımla kuracağım bir “Gülten İmamoğlu Modern Sanat Müzesi” olsun istiyorum. Yirmi dokuz yıllık sanat hayatımda ürettiğim eserlerin değişik dönemleri var ve her döneme ait en az bir eser dünya birinciliği kazandı. En son Organik Metastrata tekniği ile ürettiğim eserlerim ödüller aldı. Bu coşkuyu kaybetmeden üretmek istiyorum…
Web Sitesi: www.gultenimamoglu.org