Ahşaba can veren usta sanatçı: Şeyda Hacızade
Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Dekoru ve Kostümü Bölümü mezunu ama öğrencilik yıllarında enstrüman yapımına gönül vermiş. Hem mektepli hem alaylı yani. Öyle narin ki dokunsanız kırılacak porselen biblo gibi duruyor. Siyah saçlarını ensesinde toplayarak, tezgahının başına geçtiğinde ise değme marangozlara taş çıkartacak bir beceride tahtaları kesiyor, oyuyor; sabırla ve büyük bir sevgiyle tahtaya hayat veriyor.
Türkiye’nin enstrüman yapan birkaç kadın sanatçısından biri o. 31 yaşındaki Şeyda Hacızade’nin Beyoğlu’ndaki birbirinden sevimli kuklalarını sergilediği, küçük ama her köşesi yaratıcılık kokan atölyesini ziyaret ettik. Babası İranlı olan kara gözlü Acem kızı ile bol bol sanat konuşarak hoş bir sohbet yaptık.
Röportaj: Figen Onur
Ne kadar süredir saz ve kemençe yapıyorsunuz?
Üniversite yıllarında enstrüman yapımına başladım. Okulda bir atölyemiz vardı. Orada her türlü malzemeyi kullanmayı öğrettiler. Ahşaba sıra geldiğinde onu işlemeyi çok sevdiğimi farkettim. Farklı malzemelerden kukla yapıyorduk. Ben ahşap kukla yapımında ustalaşmaya başladım. O sıralarda estrüman çalmaya da heves etmiştim. Keman dersi almak istedim. Kemanımı aldıktan sonra hocam tadilata ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de bir keman yapımı atölyesine gittim. Ve orada büyülendim.
Enstrüman yapma sevdanız böyle mi başladı?
Ahşap kukla yaparken bir süreç vardır. Önce kafanızda tasarlarsınız, çizimlerini yaparsınız ve kukla bittiğinde bu kreatif süreç biter. Daha sonra sadece insanlardaki güzel duyguları açığa çıkarır. Bir enstrüman yapımında yine aynı süreçlerden geçersiniz ama bence daha muazzam bir tarafı var. Çünkü onunla sanat icra edildiği için fonksiyonu var, yani bence sanat eseri niteliği taşıyor. Atölyeyi gördükten sonra “ben de kendi müzik aletimi yapsam” diye düşündüm. Böylece üniversite üçüncü sınıftayken atölyede çalışmaya başladım. Okuldan mezun olduktan sonra da dünya çapında ünlü bir ud yapımcısı olan Faruk Türünz’ün atölyesine girdim ve orada çalışmaya başladım.
Tiyatro dekoru ve kostümü bölümü ne alaka?
Bu bölüm benim çok isteyerek girdiğim bir bölümdü. Üniversite yıllarında İtalyanca öğrenmeye başladım. Çünkü hedefimi koymuştum, Yüksek lisansımı İtalya’da yapmak istiyordum. İtalya’ya gitme yollarını araştırırken bir burs buldum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın akademik araştırma bursuydu ve kazandım. İtalya’ya yüksek lisans yapmaya gittim. Tiyatro bilimlerinde yaptım. Orada estrüman yapımcısı akadaşlarım oldu.
Klasik kemençe yapıyorum. Kapağının yapımında servi ağacı kullanılır ve Akdeniz Servisi tercih edilir. İtalya’da aynı bizim coğrafyamıza sahip olduğu için çok güzel ağaçlar var. Valizimde boş yer bırakıp onları getirirdim tatillerde buraya.
İtalya’dan döndükten sonra yola nasıl devam ettiniz?
Bir süre İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın festivallerinde teknik sorumlu olarak çalıştım. Sonra uluslararası kukla festivalini düzeleyen Cengiz Özek’le çalıştık. Fakat ben hep daha çok kukla yapacağız, sanatsal şeylerle uğraşacağız, zihnimiz sürekli yeni bir projenin içerisinde olacak diye düşünüyordum. Zaten ben hep atölye açmayı istiyordum ve sonunda kolları sıvayıp kendi atölyemi açmaya karar verdim.
Öyle hemen atölye açmak, büyük cesaret…
Ben aslında hep bir tercih yapmaktan çekindim. “Onu mu yapacağım bunu mu yapacağım” diye kararsız kalmak istemedim. Sonra kendimi daha az donanımlı gördüğüm alanda eğitmeye karar verdim enstrüman yapımında. Ama yine de belirli aralıklarla ustamın atölyesne gidiyordum. Benim atölyede ihtiyaç duyabileceğim aletleri ve aparatları yapmaya başladık. Tabii işin içinde bir ses fiziği var, fen bilimi anlamında da bir donanım gerektiriyor. Öyle derken yaptığım sazların sesleri çok iyi olmaya başladı.
Gittikçe ilerledi açıkcası. Çünkü siz kendinizi işinize ne kadar adarsanız o kadar başarılı olursunuz. Sanatın her alanında alaylı olmak ve mektepli olmak ayrımı vardı. Ben okulda okurken de mezun olduğumda da bu setörde pekçok alaylı kişinin çalıştığını biliyordum. Ben biriin akademi eğitim almadan da kendini eğitebileceğini kendimden biliyordum.
İşlerimi hem bayan olmanın hem de sana eğitimi almış olmanın hassasiyetiyle yapıyorum. İşe daha özenli davranıyorum. Yani marangozluk gibi, tüccarlık gibi değil benim yaptığım iş, Biraz daha sanatsal bakınca hem sizi hem de karşınızdakini tatmin eden bir şey çıkıyor ortaya.
Türkiye’de enstrüman yapan eden kaç kadın var?
Benimle birlikte ustanın atölyesinde çalışan bir bayan arkadaşım vardı. Ayrıca İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çalgı yapım bölümü var ve bu okulda pek çok kadın çalgı yapımını öğreniyor. Ben bu okuldan çıkmadığım için alaylı sayılıyorum. Oradan mezun olan bir arkadaşım var tambur yapıyor. Ve yine bir bayan meslekdaşım var o da İzmir’de yaşıyor, kemençe yapıyor. Benim bildiğim onların dışında aktif olarak çalgı yapan, bundan para kazanıp atölyesinin giderlerini karşılayan kimse bilmiyorum. Fakat yurtdışında da fazla örneği yok bunun.
Mesleğinizi söylediğinizde tepkiler nasıl oluyor?
Şaşırıyorlar. Ne gariptir bayan dişçilere bile bizim hakımız şaşırır. Çok bilek gücü gerektiren bir işmiş gibi bakılır ama aslında burada teknik çok önemli. Aslında kemençenin yapımında çok ciddi olarak efor sarfediyorsunuz. Ne kadar çok teknolojinizi arttırırsanız, işinize yarayacak ufak aletler, biz aparat diyoruz onlara. Bu teknik aletleri tasarlarsanız hem yapım sürecinin daha kaliteli olmasını ve standartlara daha uygun olmasını sağlıyor.
Kuklaları özel siparişle mi yapıyorsunuz?
Evet. Kukla çok fazla talep gören bir şey değil. Ben bu güne kadar sergilere katıldım. Özel sipariş üzerine bazı tiyatrolar için kukla yaptım. Ben bunu bir hediyelik eşya olarak görmüyorum. Bazen insanlar gelip sevgililerinin kuklasını yapmamı istiyor. Ya da kendilerinin veya sevdikleri ünlü sanatçıların kuklalarını talep ediyorlar. Ama işin içinde kreatif olarak beni de tatmin edecek ve benim de ilerlememi sağlayacak bir şeyler olmalı. Bu koşullar olmazsa açıkçası ben sevimli bakamıyorum. “Yapmam” diyorum. Çünkü kısa sürede bitecek, çok fazla yaratıcılık gerektirmeyecek bir şey. Sadece karşı tarafı tatmin edecek ama beni mutlu etmeyecek bir çalışma olarak görüyorum. Ama yarışmalara ve sergilere katılmak gibi konularda canla başla çalışırım. Her şey para değil yani. En son İstanbul Viyana disiplinler arası bir sergiye katıldım. İlk defa yapıldı. İkinci ayağı Viyana’da gerçekleşecek. Ona hazırlanıyorum. Gurbetçilerin Avrupa’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye geldikleri zaman adaptasyon süreciyle ilgili bir konsepti var serginin. Viyana’da Türkiye’yi temsil eden bir insan olmak beni çok mutlu edecek.
Bir kuklanın yapımı yaklaşık ne kadar sürüyor?
Öncelikle kullanılan malzemeye bağlı. Eğer ahşap kukla olacaksa, riskleri var. Ahşap en ufak bir hatada geri dönüşümü olmayan bir malzeme. Yontarken bir tarafının fazla olması, o tahtanın çöpe atılıp yeniden başlanması anlamına gelir. Hassas ve dikkatli olup, konuya da hakim olmalı. Kuklanın ebatına göre de değişiyor bu süreç.
Bu süreç nasıl işliyor?
Önce hayal ediyorum. Sonra bunları ezkislere döküyorum. Kafamdakiler kağıt üzerinde tamamlandıktan sonra işin pratiğe dönüşmesi birkaç hafta sürebilir. Projenin büyüklüğüne göre yine en fazla bir ay sürebilir. Papya maşa dediğimiz kağıt orjinli bir sistem de var. İşin içinde dikiş nakış süsleme gibi şeyler de var. Bunlar olunca çocukluk hayallerinizi de diri tutabiliyorsunuz. Hani insan çocukken kumları kazmayı, çamurlarla oynamayı sever ya. Elim pislikten kurtulmuyor.
Enstrüman talepleri daha mı fazla?
Evet. Biraz önce bahsettiğim gibi kukla isteyen pek fazla olmuyor. Gelen talepleri de ince eleyip sık dokuduğum için saz yapmaya daha fazla vakit ayırıyorum. Ama bu konuda da çok seçiciyim…
Yaptığınız her şeye evladınız gibi bağlanıyorsunuz.
Aynen öyle oluyor. Biraz zor vedalaşıyorum. İlk yaptığım sazlar içinde sesi çok güzel olan bir saz vardı. Deneyen bütün müzisyenle sesini beğenmişti. İşte onu kimseye veremedim.Hatta hocam da “Sakın bunu satma satacaksan da alacak kişi ben olmalıyım” dedi ama ben kıyamadım. Hala onu saklıyorum. Kimseye de pek göstermek istemiyorum. Bir de sazlar çalındıkça güzelleşir. Usta ellerde çalınırsa ve ben gidip bir konser salonunda onu dinlersem çok mutlu olurum.
Her isteyene de saz yapmıyorsunuz o zaman?
Mümkünse eğer icracısına gidiyor. Adam seçiyorum yani. Sazı vereceğim kişiyle kısa bir muhabbet edip onun müzikal yolculuğunu dinliyorum. Pek çok amatör insan geliyor hocalarının yönlendirmeleriyle. O insanın ne kadar hevesli olduğunu, buna ne kadar zaman ayırabileceğini anlamaya çalışıyorum. O sazın bir süre sonra duvarda bir süs gibi asılı kalacağını anlarsam vermiyorum. Eh bu da benim hakkım.
Yaptığınız enstrümanları çalıyor musunuz?
Tabii ki. Belirli bir seviyede çalmayı bilmek gerekir. Böylece yaptığım sazı kritik edebiliyorum. Ama sonraki aşamaya geçemedim. Daha fazla çalmam gerekiyor. Bütün gün atölyede kemençe yaptıktan sonra eve gidip kemençe çalmak pek olmuyor. Çünkü ben sazı çalarken, şu eşiği değiştireyim, şu teli değiştireyim deken saz dağılmış oluyor. Yani tadilat edeceğim diye kendimi evde tekrar saz yaparken buluyorum.
Kendinizi sürekli geliştiriyorsunuz...
Öyle olmak zorunda. Kemençeyi yapmak için sadece ağaç oymayı bilmek yetmiyor. Ağaçları bilmek lazım. Ağaçlar hakkında sürekli araştırma yapıyorum. Saz yapan diğer insanlarla tanışıyorum. Kitaplar okuyorum.
Ağaçlar hakkında epey birikiminiz var o zaman?
Ağaçları çok seviyorum. Kullandığım malzemeleri iyi tanımak istiyorum. Ayrıca yeni malzemelerle çalışmayı da sevdiğim için bu konuda sürekli bir şeyler öğrenmek gerek. Kemençe gövdesinde hemen hemen bütün meyve ağaçlarının tahtası kullanılır. Ama her ağacın kendine has bir özelliği vardır. Aynı parmak izi gibi farklıdır. Hatta aynı tür ağaçlar bile farklı özellik gösteriyorlar. Burada önemli olan, gelişimini tamamlamış ağaçtan saz yapabilmektir. Tabii ki ağacın kesildikten sonra kendi doğal sürecinde fırınlanmadan ve çatlamadan kurumuş olması da çok önemlidir. Ama bir anlamda da denetleyemeyeceğiniz bir alan. Yani Türkiye’de ağacın seceresini bilemiyoruz. Bu nedenle hep bir bilinmezlik ve sürpriz payı var. Aslında bu da işe heyecan katıyor. Yoksa çok monoton olur. Çünkü baştan nasıl bir şey çıkacağını bilmiyorsunuz.
Bu mesleği yapmaya karar verdiğinizde aileniz “Nereden çıktı bu” şeklinde bir tepki gösterdi mi?
Valla ben sanırım çocukluğumdan beri çok dikkatli ve hayalperest bir çocuktum. O zamanlardan beri güzel sanatlar fakültesinde okumayı istiyordum. Tabii babam başta biraz karşı çıktı. “Git düzgün meslek edin” dedi. Çünkü bizim ailede sanatla uğraşan kimse yok. Avukat veya mimar olmamı istediler. Ama ben kafama koyduğumu yapmayı seviyorum. Mesela üniversitede İtalyanca kursuna gitmeye başladığımda çevremdekiler “Ne gerek var? Git İngilizce öğren” diyorlardı. Ama ben “Hayır, İtalyanlarla sanat üzerine İtalyanca konuşmak istiyorum” diyordum.
“Kuklalardan kısa film çekeceğim“
Kapı girişine astığı koca göbekli kel kuklanın adı “Tellak Aziz”. Şeyda onu üniversite sıralarında yapmış. Aziz, otobiyografisini anlatan bir kısa filmde alt egosunda rol almış. Biz röportaja başlamadan önce henüz yüzünü yontmaya başladığı kuklası Vecihi’yi bitirdiği zaman, bu iki kuklayla ‘stop motion’ tekniğiyle kısa film çekmek istediğini söyleyen Şeyda Hacızade, “Vecihi, Tellak Aziz’in hamamda yıkadığı müşterisi olacak” diyerek, henüz bitirmediği kulasına şimdiden hayat vermiş bile.
Yurt dışına her gittiğinde alışveriş merkezlerini dolaşacağı yerde, marangozları dolaşıp yörelere özgün tahtalar toparlayan Şeyda, gümrükçülerin şaşkın bakışları karşısında tahta dolu valizlerle yurda dönüş yapıyor.
(10.07.2011 Tarihinde Posta Gazetesi’nin eki Pazar Postası’nda yayımlanmıştır)
Web Sitesi: www.seydahacizade.com