Menekşe gözler ve muhteşem bir ses: Emel Sayın
O içindeki çocuğu hiç kaybetmemiş. Zaten çocuk denecek yaşta kendini sahnelerde bulmuş, sahnede büyümüş ve yıllanmış yani.’ Emel Sayın’ denilince önce menekşe mavisi gözleri, eşi bulunmaz sesi ve neşeli kahkahası gelir hep aklıma.
Figen Onur
Röportaj için söz vermişti ama bir türlü buluşamamıştık. Sonunda biraraya geldik ve o kadar eğlenceli, bol kahkahalı bir sohbet içinde bulduk ki kendimizi zaman nasıl geçti anlamadık. Geçtiğimiz hafta doğum gününü kutlayan Emel Sayın, önümüzdeki hafta da 45. sanat yılını kutlamaya hazırlanıyor. O kadar heyecanlı ki, ilk sahneye çıktığı yerde yani Ankara’da kutlama yapacak.
45 yılda yüzlerce röportaj, binlerce haberi yer aldı medyada. En çok da aşkları, evlilikleri, boşanmaları yazıldı çizildi. Ama biz daha çok Emel Sayın’ı konuştuk. Neleri sever, neler yapar, ne düşünür? Bir kere doğayı çok seviyor, elinden gelse evin içini hayvanlarla dolduracak.
Bahçesinde sebze meyve yetiştiriyor, yemek yapmaktan keyif alıyor, yeğenleriyle vakit geçirmeyi çok seviyor, çocuklarla çocuk olup onlarla boğuşup yerlerde yuvarlanıyor. Aynı zamanda tam bir Akrep kadını. Burcunun bütün özelliklerini taşıyor. İşte Emel Sayın ile yaptığımız keyifli röportajımız…
45. Sanat yılı, nasıl geçti bu süre?
Bu heyecanı bırakmak çok zor. Sık sık ‘Bu sefer son’ diyorum ama sevenlerim karşıma çıkıyor. Alkışlar, ışıklar, çok farklı bir atmosfer, ayaklarım yerden kesiliyor. Bir şeyler oluyor sahneye çıkınca. Çok mutlu oluyorum. Onun için her şey unutuluyor o yorgunluklar ve stres. Hemen iki gün sonra bir bakmışım yenisine hazırlanmaya başlıyorum. Böyle enteresan bir şey. 13 yaşında ilk derslerimi almaya başladım, Arif Sami Toker’den. Sonra Münir Nurettin Selçuk’un öğrencisi oldum. Münir Hocamdan ders alırken aynı zamanda da konservatuarın şan bölümüne yazılmıştım. Batı müziği bölümüne devam ettim. Ama 3 yıl sonra sahneye çıkmak için bıraktım.
Bu kadar uzun süre bu işi yapacağınızı hayal etmiş miydiniz?
Sanatçı olmayı beş yaşında kafama koymuştum. Sahneye çıkmak en son düşündüğüm şeydi ama zorunluluklar vardı. Önce radyo sanatçısı oldum, oradan sahneye çıktım. Ankara’daki radyo ve sahne çalışmalarım 7 yıl devam etti. Sonra İstanbul’dan teklif geldi.
Gençlik yıllarınızı sahne ve stüdyoda geçirirken bir şeyleri kaçırdığınızı hissettiniz mi?
Evet çok zor oldu. Gençliğim sürekli çalışarak geçti. Çok yadırgıyordum, utanıyordum. Sanırım benim çekingenliğimi seviyorlardı. Müthiş ilgi gördüm. Bu benim için büyük bir şanstı. İstanbul’da devam etme nedenim İstanbul’un merkez olmasıydı. Gazino hayatı ön plandaydı. O günler çok güzeldi. Gazinoda her şey vardı. Bambaşka bir hayattı. Çok bilinçli ve elit kitle vardı. Gazino hayatı bir daha geri gelmez sanırım.
Sinemayı bir anda bıraktınız, devam etseydiniz?
Keşke etseydim. Ben de şimdi böyle diyorum. Keşke birkaç tane daha çevirseydim. Halkımız o filmleri çok sevdi. Şimdi de hala büyük keyifle izleniyor. Sonra o filmlerle birlikte şarkılar doğuyordu. O şarkıları halk çok sevdi. Ben hala o şarkıları söylüyorum. Hala onları çok istiyorlar. Feride ve Mavi Boncuk mesela. Keşke vazgeçmeseydim. O zaman gelen bütün teklifleri geri çevirmiştim. Şimdi üzülüyorum. Ben çok kırılgandım. Şimdi eskisi gibi değilim. Gerek yok bu kadar kırılgan olmaya bu hayatta. Eskiden en küçük haksızlığa dayanamazdım. O zaman da öyle bir şey olmuştu.
Ankara ‘Emel Sayın Başrolde’ konseri için çok heyecanlısınız, müziğe başladığınız yerde 45. yıl kutlaması…
İstanbul’daki konserle aynı konsept ama farklılıklar olacak. Çok sanatçı arkadaşım gelecek. 40 kişilik dev kadro. Doğum günümdeki konserdeki isimlerin gelmesi mümkün değil tabii, onlardan da gelen olacak ama çok farklı isimler olacak. Ama yine çok eğlenceli, müzik dolu bir gece olur umarım. Büyük bir fasıl da olacak. Yaşar Özel, Nalan Altınörs, Bedia Akartürk, Nurhan Damcıoğlu, Ayşe Egesoy, Mustafa Sağyaşar, Mehpare Çelik, Yıldırım Mayruk, Barbaros Şansal, Nil Burak ve Şenay Düdek fasıla çıkacaklar. İstanbul’daki konserde doğum günü kutlaması vardı. Parti havası kutlama vardı. Aslında bu konser de kutlama olacak. 45. sanat yılımın, anlamı bambaşka. Ankara’da başladım her şeye. İşime mesleğime. Sürpriz çoktu, bunda da olacak inşallah.
Marmaris’teki Emel Sayın koyu ile alakanız nedir?
Valla benim değil orası ama hep öyle zannediyorlar. Ama çok hoşuma gidiyor ismimi vermeleri. Ben de halktan duydum. Hep “O koy sizin mi” diyorlardı. 25 sene filan oldu herhalde. Bir gün Marmaris’teydim, taksiye bindim tek başıma. “Bir Emel Sayın Koyu varmış, beni oraya götürsenize” dedim. Taksici tanıdı beni “Emel Hanım siz bilmiyor musunuz orayı” dedi. “Valla bilmiyorum şimdi göreceğim” dedim. Beni aldı götürdü oraya. Böyle tepeden baktık. İki koy yanyana hakikaten çok güzel. Sonra hatırladım biz oraya bir gün denizden tekne ile gitmiştik ama adımı halk koymuş, kimin yaptığı belli değil. Sonra o yerleşti ve haritaya da geçti. Turistleri götürüp “Emel Sayın Koyu” diye gösteriyorlar.
Süleyman Demirel’in de bir anısı vardı…
Bir gün Süleyman Demirel başbakan olduğu sıralarda gazetecilerle oraya gidiyorlar. Geçerken “Burası Emel Sayın Koyu” diyorlar. Gazeteciler soruyor “Bu koy mu güzel Emel Sayın mı güzel?” diye. O da “Yahu bırakın bu soruları hanımla aramızı açacaksınız” demiş.
Eviniz doğanın içinde, hayvanları da seviyorsunuz…
Bir kedim ve bir köpeğim vardı, kedim 15 yaşındaydı kısa bir süre önce kaybettim onu. Çok üzüldüm, hala özlüyorum. Kedimle yüzyüze bir yastıkta uyurduk, çok arıyorum onu. Bu sevgiyi ancak evinde hayvan besleyenler anlıyor. İnsan gibiler. Büyümeyen çocuk onlar. Evlat gibiydi, arkadaş gibiydi. Bana kalsa her gördüğüm hayvanı eve almak istiyorum. Ama çok büyük sorumluluk. Özellikle çalışırken ayak bağı oluyor. Çok güvendiğim birilerine bırakmak gerekiyor. Köpeğim Boncuk’a daha çok sarılmaya başladım şimdi. Ses tonundan, bakışlardan anlaşıyoruz.
Çoluk çocuk kalabalık aile hayatını özlediğiniz oluyor mu?
Tabii 3 çocuğum olsun isterdim. Kocaman bir evde oturuyorum ve gittikçe daha çok hissediyorum eksikliğini. Bahçede çocuklar, torunlar olsaydı. Hayat böyle güzel, zenginlik bu bence. Ben beceremedim. Hayatımdaki en büyük eksiklik budur. Ama yeğenlerim var, onların çocukları var. Yeğenimin 6 yaşında bir oğlu var. Hiç sıkılmıyorum çocukla çocuk oluyorum. Onu kızdırıp kavga etmeye bayılıyorum. Kedimle köpeğimle de öyle. Çizgi film gibi, onları öyle seyrediyorum.
Çizgi film de mi seviyorsunuz?
Ben hala uykum kaçtığında Tom ve Jerry çizgi filmini açıp seyrederim. Saf bir dünyaya gidiyorum o çizgi filmlerle. Kavga ediyorlar ama sonra birbirlerini kolluyorlar. Beni dinlendiriyor…
Bilgisayarla aranız nasıl?
Bilgisayar ve internet dünyasına da ısındım. Angry Birds oynuyorum. Çok fena bulaştım. Bitti hepsi, yeni oyunlar yüklüyorum. Beni dinlendiren bir şey oldu. Bu oyunlarla beynimi boşaltıyorum. Hırslanıyorsun bir de, bırakamıyorsun. Konser öncesi çok oynuyorum. Kitap okumak da güzel ama bu rahatlamak için çok daha iyi geldi bana.
Yeni projeleriniz var mı?
Konserlerin devamı olacak. Ama bir de Müjdat Gezen’in bir projesi var. Görüşeceğiz, bir kabare düşünüyor. İnşallah zamanlamamız uyar bana uygun bir şey çıkarsa yaparız.
Hakkınızdaki yorumları neden hemen takip etmek istemiyorsunuz?
Kendimi bildim bileli hep böyleydim. Albümüm çıkardı, uzun zaman dinleyemezdim. Onu meydana getirene kadar o kadar çok çalışıyorum ki. Bir süre mümkün değil dinleyemem. Film yapardık ve bazen 1 yıl o filmi izleyemezdim. Önce üzerimden stresi atacağım ondan sonra herhangi biri gibi filmi seyretmem lazım.
Kendinizi soyutluyorsunuz yani?
Aynen öyle. Yoksa bir sürü şeyin etkisiyle kendimi bir taraf olarak dinleyemiyorum. Çünkü hep eleştiriyorum kendimi, o kadar kendimi hırpalıyorum ki. Mesela bu son konseri de izleyemedim. Ama eski filmlerimi şimdi keyifle izleyebiliyorum. “Ne güzelmiş niye çekiniyordum ki?” diyorum kendi kendime müthiş eğleniyorum. Gazeteleri de hemen okuyamam. Son konser haberleri deste halinde önüme kondu. Elimle korkarak gazetelerin ucundan tuttum. Hepsinin başlıklarına baktım. Ama daha okuyamadım, sonra okuyacağım.
Televizyon izleyebiliyor musunuz? Takip ettiğiniz diziler var mı?
Birkaç tane dizi var bırakamıyorum, geçen yıldan beri takip ediyorum. Kaçırmamak için kaydediyorum. Özellikle gece televizyon izleyerek uyumayı seviyorum. Gece 12’den sonraki programları özellikle izliyorum. Onun dışında çok zaman ayıramıyorum.
Hangi diziler?
Muhteşem Yüzyıl özellikle, ona bayılıyorum. Fatmagül’ün Suçu Ne’yi izliyorum. Çok da beğeniyorum, Kerim’in bakışlarına bayılıyorum ne güzel bakıyor, ne güzel oynuyor. Fatmagül yani Beren çok başarılı. Bir de Öyle Bir Geçer Zaman ki’yi izliyorum.
Kocaman bahçeniz var, bahçeyle ilgileniyor musunuz?
Bahçeyle uğraşmayı çok seviyorum. Domates, biber ve patlıcanlarım var. Çok severim, konuşurum onlarla. Hele çiçeklerimi öpüyorum. Onlar gözümün önünde bir mucize.
Gün be gün titreşerek büyüyorlar. Çok hoş duygular veriyor bana, tabiatı seviyorum beni Allah’a daha çok yakınlaştırıyor sanki. Doğa sevgiyi çoğaltan bir şey. Beni besliyorlar.
Meyve ağaçları?
Var tabii ki. Birkaç tane de karga var, onlar bitirmeden meyvelerden yemeye çalışıyorum. Hatta bazen bir iki didikleyip yere atıyorlar, içim gidiyor alıp kalan yarısını yesem mi diye. Kestane ağacı var bir tane de, onla çok hoş anımız var. Bir de yazarım sürekli, bu da beni rahatlatıyor.
Neler yazıyorsunuz?
Aklıma ne geliyorsa yazıyorum. O günü anlatırım hikaye ederek. Şiir yazarım çok. Çok enteresan bir hikaye var bununla ilgili. Kestane ağacım var, çok yaşlı. Kuzu kestanesi diyorlar, çok lezzetli kestane verir her seferinde. Geçen sene mevsimi geldi bir türlü yapraklanmadı. Çıktım balkona tek başımayım, görenler de deli zannedecek. Ağaçla konuşmaya başladım. “Hasta mısın, neyin var, yeşermen lazım, küstün mü artık meyve vermeyecek misin? Ne olur yeşer çok üzülüyorum dedim” girdim içeriye. Sabah uyandığımda bir baktım bütün ağaçta minik minik yapraklar patlamıştı. Cevap verdi yani. Belki de tesadüf ama… Hep elimin altında kalem kağıt vardır. Oturdum şiir yazdım ağaç için.
Kitap yazacak mısınız?
Çok istiyorum. Bir şiir kitabı çıkarmak. Bir de hayatımı, yaşadıklarımı anlatan bir kitap yazıyorum. Daha çok iş hayatımla ilgili anılarım. Çok ilerledim. Bir türlü vakit bulup toparlayıp çıkaramıyorum.
Geriye dönüp baktığınızda ‘keşke’leriniz var mı?
Benim iş hayatında en çok sıkıntısını çektiğim şey yanlış anlaşılmak, kendini ifade edememek. Çok ağır geliyor. O kadar çok oluyor ki onu bir türlü telafi edip anlatamıyorsun, kalıyor içinde. Ben çok takılırım. Gece uyanırım birdenbire 20 yıl önceki bir şeyi hatırlarım. Yüzüm gözüm kızarır. Sonra kızarım kendime, aklını başına al diye. “Keşke kendimi ifade etseydim o zamanlar” derim hep. Sinemayı bırakmam da aynı şekilde. Bir de çocuk yapmadığım için hep “Keşke yapsaydım” derim.
Sesinizi korumak için özel formülleriniz var mı?
Tarçın ve karanfil çayı içerim, iyi geliyor. Sürekli yanımda su olur, az az içerim boğazımı nemli tutmak için. Soğuk içmem, ılık içerim. Sahneye çıkmadan önce de yaptığım bazı şeyler var. 4 saat önce yemeği keserim. Ama sahneye çıkmama yakın küçük bir elma yerim. Suda eriyen C vitamini alırım. Bazen de enerji versin diye bir kaşık bal yerim. Bir de sesimde pürüz hissedersem pastil kullanırım. Ama her seferinde sahneye çıkmadan önce dua ederim, bütün enerjimi, gücümü ondan alırım. Konsere gitmeden önce de mutlaka 2 rekat namaz kılarım. Bir de çok enteresan bir şey var, kızdıysam, asabiysem daha güzel şarkı söylerim. Annem hep “Seni sahneye çıkmadan önce sinirlendirmek lazım” derdi. Ama kolay kolay da sinirlenen biri değilim, daha çok içime atarım.
Evet sizin sinirli, kavgalı halinizi hiç görmedik!
Amerikalı eşimle kavgalarımız olurdu. İngilizcem o kadar iyi değil, anlaşacak kadar ancak. Ama ne güzel İngilizce kavga ediyordum diyorum şimdi! Nereden çıkıyordu o sözler bilmiyorum. O da şaşırıyordu, İngilizcem bir açılıyordu ki! Ah neler söylemiyordum, adam şaşırıp perişan oluyordu. Kavga bitiyor o kelimeler yok. Ama genelde ben kavga etmem, sayılıdır ettiğim, içimde biriktiririm çünkü…
(27.11.2011 tarihli Pazar Postası’ndan alınmıştır.)